top of page

BAŞKAN

  • Emir Kalkan
  • 9 Mar 2015
  • 4 dakikada okunur

BAŞKAN

Lüks otomobil keskin ve insanın içine işleyen acı bir fren sesiyle durdu. Küçük bir çocuğu çarpıp ezmiş, üstelik metrelerce sürüklemişti. Sesi duyan gecekondu mahallesinin kadınları ve çocukları heyecanla caddeye koşuştular. Hepsi de korku ve endişe içindeydi. Telaşla kanlar içinde yatan küçüğe baktılar. Bu, garson Halil’in kızı küçük Gülbahardı. Kangal köpeği başkan başucunda eşiniyor, dolanıyor, bütün öfkesiyle havlıyordu. Kara haber tez duyuldu. Annesi çırpınarak çıkıp geldi, feryadı göklere ulaşıyordu. Saçlarını, yüzlerini yolarak Gülbahar'ın üzerine kapandı. Mahalleli acı içinde dövünüyordu. Trafik ekibi, kadınların yardımıyla anneyi sürükleyip kaldırdılar. Olay yerini incelediler. Krokiler çizdiler, tutanak tuttular, ölçtüler biçtiler. Parçalanmış küçük cesedin etrafını tebeşirle çizip, üzerini eski gazetelere kapattılar. Arabanın sürücüsü, minik Gülbahar’ın katili kaçıp gitmişti. Siren sesiyle ambulans geldi biraz sonra. Parçalanmış cesedi sarıp sarmalayıp ambulansa koydular. Polisler tek görgü şahidi büfeciyi de alıp, gittiler. Caddenin kenarında kadınlar dizlerini döverek ağıtlar yakıyor, başkan kafasını dikmiş durmadan havlıyordu. Akşamüzeri herkes dağıldı. Bir tek başkan kaldı olay yerinde, ıslak burnunu yola yapıştırıp saatlerce havladı.

Polisler, plakayı araştırıp mersedesin sahibini buldular. Şehrin zenginlerinden halı tüccarı Şükrü Efendinin arabasıydı bu.

Şükrü Efendi daha polislerin kendini aramasına fırsat vermeden katili getirip teslim etti karakola; “ Yazlıktan gelecek öteberiler vardı, onun için göndermiştik bu kafasızı” dedi. Gülbahar’ı parçalayan kel kafa, kara kuru, orta yaşlı bu adam fabrikanın işçilerinden biriydi. “Önüme atladı, fren yaptım ya kurtaramadım” dedi. “Doğru söylüyor “ dedi büfeci. İfadeler yazıldı, tutanaklar tutuldu. İş kapandı. Köylü köyüne yolcu yoluna. Herkes dağılıp gitti. Mersedes Şükrü Efendiye teslim edildi. İçinde hala boş, dolu bira şişeleri vardı. “Köpoglu köpek “ diye kızdı içinden Şükrü Efendi. Garson Halil’in evinden feryatlar eksik olmadı günlerce. Ana baba günlerce gözleri kan çanağı feryat ettiler küçük Gülbahar’ın arkasından. Gecekondu mahallesi de onlarla birlikte yasa gömüldü. “ Yakalanmış kafir adam, kanun cezasını verir, kimsenin ettiği yanına kalmaz” diye küçük teselliler aradılar kendilerine. “Kocaman adammış, Allah onun da ciğerini yaksın. “ diye beddua ettiler. Fakat olayı görmüş olan mahallenin çocukları; “ Kocaman değildi, uzun saçlı, zayıf, sarı bir oğlandı, yanında da bir kız vardı.” Diye laf çıkarttılar. Büfeci azarladı çocukları; “Dağılın, dedi, dağılın bakayım. Kocaman herifti, yakalandı işte !” Çocuklar dağıldılar. Ama çeneleri hiç durmadı. Caddenin adını ‘Kanlı yol ‘ koydular aralarında.

Birkaç gün sora morgdan alıp Garipler Mezarlığına gömdüler Gülbaharı... Tabut bulamadılar. Eski bir çarşafa sarıp bıraktılar toprağa. Üç beş ihtiyar artığı, birkaç çocuk vardı cenazede. Başka kimseler yoktu. Gitti Gülbahar. Bir tavuktan farksız olmuştu ölümü. Geride siyah önlüğü, beyaz yakası bir de kedi resimleriyle süslü beslenme çantası kaldı.

Bir süre sonra hayat normale döndü mahallede. Herkes işine gücüne baktı. Ama anasıyla babası yığılıp kaldılar gecekondunun karanlığına. Ateş düştüğü yeri yaktı. Garson Halil’in eli işe güce yetmez oldu. İşten çıktı. Karı koca sabahtan akşama kadar gecekondunun duvarı dibine çömelip, elleri göğüslerinde bağlı kara kara düşünür oldular. Artık lambaları yanmıyor, ocakları tütmüyordu. Bir de Başkan; onun da matemi hiç dinmedi. Her gün, herkesin Gülbaharla görmeye alıştığı, çocukların sevgilisi, o iri yarı boyundan hiç de umulmayacak kadar munis, sevecen Başkan o günden sonra çok değişti. Huysuzlaştı, öfkeli, yanına varılmaz, baş edilmez, saldırgan bir köpek oldu. Kar kış demedi. Her gün inip cadde boyuna, kafasını koruluktan yana çevirip çevirip havladı da havladı. Gece gündüz birilerini bekler gibi bekledi yolun üzerinde. Günlerce hiç ayrılmadı oradan. Hep caddeyi koklayıp koklayıp siniledi. Başkan, Gülbahar’ın kanını yalamış, o yüzden ayrılmıyormuş oradan dediler.

Sonra havalar soğudu. Sonbahar geldi. Dağlara boz bir duman çöktü, Yazlıkçılar korulukta ki villalarından inip şehirdeki kışlık evlerine çekildiler. Kanlı yolun eski yoğunluğu kalmadı. Gökyüzü karardı... Gri, siyah kalın, kasvetli bulutlarla kaplandı. Önce uzun uzun yağmurlar ve ardından hiç kalkmayacakmış gibi lapa lapa karlar yağdı.Karın altında kalmış gecekondu mahallesi iyice şehirden alakasını kesip, kendi dumanlı ve yoksul sessizliğine gömülüp, unutuldu. Büfeci barakasını satıp, şehre göçtü; kocaman bir dükkan açmış dediler.

O kış öylece gelip geçti. Havalar ısınıp, börtü böcek ortaya çıkıp, her yan yeşille bürünür bürünmez yeniden akmaya başladı arabalar Kanlı Yol’da. Ortalığa dökülen çocukların şamataları ve arabalardan taşan müzik sesleriyle her tarafı cıvıl cıvıl bir canlılık, hareketlilik kapladı. Halil’le Adeviye yine duvarın dibine çömelip elleri göğüslerinde bağlı, suskun, solgun, boş gözlerle kanlı yola baktılar. Başkan yine aynı yere koyup ıslak burunu, kuyruğu altında somurtup durdu caddenin kenarında. Çocuklar ekmek doğradılar önüne, su kodular. Yemedi, içmedi. Kafası koruluktan yana yolcu bekler gibi bekledi caddeyi.

Gündelikçiler gündeliğe, kâğıtçılar çöplük başlarına koştular. Ama sıcaklarla birlikte bir korku da sardı hepsinin yüreğini. Kışın gelemeyen kepçeler, gelebilirlerdi artık. Kaygı yoğun bir sis gibi örttü mahalleyi. Her gürültüyü kepçe sesi zannedip irkildiler. Her karartıyı jandarma zannedip ürperdiler. Ama çok sürmedi. Koktukları başlarına geldi. Ağustos sonlarına doğruydu. Bir öğle üzeri göründü kepçeler. Yanlarında kalabalık polis ve zabıta arabalarıyla girdiler mahalleye. Bir vaveyladır koptu. Kadın erkek, çoluk çocuk çığrışarak kepçelerin önün atıldılar. Kimi yalvarıyor, kimi ağlıyor, kimi itiraz ediyordu! Herkes birbirine girmişti.

Polisler kalabalığı yarmaya, zabıtalar kepçelere yol açmaya çalışıyorlar, kadınlar dam başlarında feryat ediyorlardı ki birden Başkan’ın göğe yükselen havlamalarıyla değişti her şey, ardından gelen düdük sesleriyle bütün polisler Kanlı Yol’a doğru koşmaya başladılar.

Mahalleli ne olduğuna şaşırmış, afallamışlardı. Polislerin arkasından onlarda koştular. Herkes Kanlı Yol’a birikmiş, uçuruma bakıyorlardı. Kısa zamanda acı siren sesleriyle ekip arabaları, itfaiye ve ambulans geldi. Ama yapılacak bir şey yoktu. Araba parçalanmış, içindekiler ölmüştü. İtfaiyeciler uçuruma inip cesetleri çıkarttılar. Genç bir kızla, uzun saçlı, zayıf, sarı bir oğlanın cesetleriydi bunlar. Araba boş bira şişeleri vardı. Polisler zabıt tuttu. Görgü şahitleri heyecanla, şaşkınlıkla anlattılar gördüklerini;

“Yolun üstünde bir köpek yatıyordu, beyaz, iri yarı bir kangal. Birden fırlayıp yerinden, havaya yükselir gibi uçtu, gelen arabanın camına vurdu kendini ve vurmasıyla birilikte araba sarsılıp uçuruma yuvarlandı.”

Yıkım ekibi ve kepçeler çekip gittiler.

Halil ve Adeviye ve mahallenin çocukları sabaha kadar ateş yaktılar yolun kenarında. Aşağı inmek için pek çok yol denediler, ama inemediler. Başkanın parçalanmış ölüsü uçurumun dibinde kaldı.

421608_3442351984648_970518104_n.jpg

Emir Kalkan Ha Bu Diyar. Ötüken Neşriyat.2008


 
 
 

Yorumlar


Featured Posts
Recent Posts
Search By Tags
Follow Us
  • Facebook Clean
  • Twitter Clean
  • Instagram Clean
  • YouTube Clean
  • RSS Clean

© 2023 by DO IT YOURSELF. Proudly created with Wix.com

bottom of page